Egemenlik bir zümre ya da ailenin elinde bulunmaz, halkın seçimle iş başına getirdiği kişiler, ülkeyi yönetir. Halkçılık;
            2.)Birey ve sınıflara ayrıcalık tanınmaması, gibi öğelerden oluşmakta.
            Eğitim yoluyla aydınlanmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve demokrasimizin yaşamasında tek ve gerçek güvencedir.
            Halkçılık, Atatürk`ün önemle üstünde durduğu bir ilkeydi. Bu önemi açıklamalardan anlıyoruz:
            "Halkçılık demek, devletin bütün kudret  ve  egemenliğinin halktan geldiğini, Türk camiası içinde, fert, aile ve   sınıf ayrıcalığı bulunmadığını, kanun önünde herkesin eşit olduğunu   İfade etmek demektir. Bu formül demokrasinin ifadesidir." (A. Rıza   Türel-İzmir Barosu Dergisi Sayı 8, sh. 413)
            "Türkiye Cumhuriyeti`ni kuran Türkiye  halkına Türk  Milleti denir." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal  Atatürk`ün El  Yazıları sh. 351) "Türkiye halkı, ırkça, dince ve  kültürce ortak,  birbirlerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle  dolu, kaderleri  ve menfaatleri müşterek olan sosyal bir toplumdur."  (Söylev ve Demeçler  C. I. sh. 221)
            "Bence, bizim Milletimiz, birbirinden  çok farklı  çıkarları olan ve bu itibarla birbirleriyle mücadele halinde  buluna  gelen çeşitli sınıflara malik değildir. Mevcut sınıflar  birbirinin  tamamlayıcısı niteliğindedir." (Söylev ve Demeçler C.II. sh.  82)
            
            "Din ve devlet işlerinin birbirinden  ayrılması"  şeklinde özetlediğimiz lâiklik ilkesi, Türk Devriminin  vazgeçilmez bir  unsurudur. Demokratik olmanın da gereği...
            Atatürk`e göre din, insanların  vicdanlarında yer  alması gereken kutsal bir kavramdır. Bu düşünceden  yola çıkan Gazi 31  Ocak 1923`de şu sözleri söylüyordu:
            "Bizim dinimiz en makul ve en tabii  dindir. Ve  ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabi  olması için  akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gereklidir. Bizim  dinimiz bunlara  tamamen uygundur."
            Genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  sağlam temeller  üzerine oturtulabilmesi için, ilk önce devletin kurum  ve kuruluşlarının  laikleştirilmesi gerekiyordu.
             
            DEVLETİN LÂİKLEŞTİRİLMESİ 
             
            1.)Samsun'a çıkış. Amasya kararları,  Erzurum, Sivas  Kongreleri ile ulusun kendi kaderini kendisinin  belirlemesi ilkesinin  vurgulanması.
            2.)23 Nisan 1920`de T.B.M.M.`nin  açılması.  "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" ilkesinin kurtuluşun  ve kuruluşun  simgesi olması.
            3.)20 Ocak 1921 Anayasasının kabulü.
            4.)1 Kasım 1921 Saltanatın kaldırılması.
            5.)29 Ekim 1 923 Cumhuriyetin ilânı.
            6.)3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması.
            7.)20 Nisan 1924 Anayasasının kabulü.
            8.)10 Nisan 1928 Anayasadan Türkiye Devletinin "Dinî islâmdır" hükmünün çıkarılması.
            9.) 5 Şubat 1937 Anayasada değişiklik  yapılarak  Türkiye Devletinin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı,  devletçi, lâik ve  inkılâpçı olduğu hükmünün Anayasaya konması.
             
            HUKUKUN LÂİKLEŞTİRİLMESİ 
             
            1.)8 Nisan 1924 Şer`î mahkemelerinin kaldırılması.
            2.)30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması
            3.)17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanununun kabulü.
            4.)22 Nisan 1926 Borçlar Kanununun hazırlanması.
            5.)24 Kasım 1929 İcra, İflas Kanunlarının kabulü.
            6.)15 Mayıs 1929 Deniz Ticaret Kanununun kabulü.
            7.)5 Aralık 1934 Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının verilmesi.
             
            EĞİTİMİN LAİKLEŞTİRİLMESİ
             
            1.)3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin Birleştirilmesi) Kanunu
            2.)5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Fakültesinin açılması.
            3.)26 Aralık 1925 Uluslararası Takvim ve Saatin kabul edilmesi.
            4.)24 Mayıs 1928 Lâtin rakamlarının kabulü.
            5.)1 Kasım 1928 Lâtin alfabesinin kabulü.
            6.)10 Haziran 1933 Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanun'un kabulü.
            7. )1 Ağustos 1933 Üniversiteler Kanununun çıkarılması, Darülfûnun`un kaldırılması. İstanbul Üniversitesinin kurulması.
             
            KÜLTÜRÜN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
             
            Kültürde lâikleşmenin yollan aranırken elbette örf ve âdetlere bağlı kalınacaktı. Tarihten gelen hiçbir şey yok edilmeyecekti.
            İşte bu düşünceden yola çıkılarak;
            1.)30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Kanun ile Meclis tarikatları yasaklıyor, tekke, türbe ve zaviyeler kapatılıyordu.
            2.)25 Aralık 1925 tarihinde de Meclis  tarafından  şeyhlik, seyyitlik, üfürükçülük, dervişlik, emirlik,  falcılık,  büyücülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması ve  bunlara ait  özel kıyafetlerin giyilmesi yasaklanıyordu.
            Atatürk`ün laiklikle ilgili görüşlerini Söylev ve Demeçlerinden aktarıyoruz.
            "Mensubu olmakla mütmain (tatmin) ve  mesut  bulunduğumuz İslâmiyet dinini yüzyıllardan beri alışılmış olduğu  üzere  bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yüceltmenin kesin  elzem  olduğu gerçeğini gözlüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve  vicdâni  kanaatlanmızı, karışık ve dönek olan her türlü çıkar ve  tutkusuna sahne  olan politikacılardan ve politikanın bütün  organlarından bir an evvel ve  kesinlikle kurtarmak, milletin dünyevî ve  uhrevî (ahretle ilgili)  saadetinin emrettiği bir zorunluktur." (Söylev  ve Demeçler C. I. sh.  330)
            "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz  biri milletin  devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah  ile kul  arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına  müsaade  edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç  kimselerdir.  İşte biz bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz."  (Kılıç  Ali-Alatürk`ün Hususiyetleri, sh. 116)
            "Artık Türkiye, din ve şeriat  oyunlarına sahne  olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa  kendilerine başka  taraflarda sahne arasınlar." (Söylev ve Demeçler C.  III. sh. 76)
            Devrimcilik:
            Devrimcilik ilkesi, Atatürk İlkeleri arasında; eylem ve atılım gibi kavramları içerisine alan tek ilkedir.
            Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda:
            "Bu açıklamalarımla ulusal yaşamı sona  ermiş  varsayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve  bilim ve  tekniğin en son esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti  nasıl  kurduğunu anlatmaya çalıştım," diyerek çağdaş devlet kavramıyla   devrimcilik ilkesinin şaşmaz işaretini veriyordu.
            Çağdaş devlet kuran bir ulusun, çağ  dışı  niteliklerden kurtulması gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı   niteliklerden kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü   devrimcilik ilkesinin kapsamı içine girer.
            Devrimcilik, Atatürk İlkelerinin hemen  hemen  tümüyle birleşir. Bütün bu ilkelerin ya neden ya sonuç olarak   devrimcilikle sıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk   İlkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin   kararlılıktır. Devrimleriyle yolumuzu aydınlatan Atatürk`ün bu konudaki   görüşleri şöyle:
            "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz  inkılâpların  gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün  anlam ve  biçimi ile uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılâbımızın  asıl  hedefi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın  etmek  zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan  ve bu  zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut  hurafeler  tamamıyla kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere  gerçeğin  ışıklarını sokmak imkânsızdır." (Söylev ve Demeçler C. II. sh.  69)
            "... Mes`ut inkılâbımızın aleyhinde  düşünce ve  duygu taşıyanları aydınlatıp, doğru yolu göstermek,  aydınlara düşen  millî görevlerin en önemlisi ve birincisidir." (Söylev  ve Demeçler C.  II. sh. 69) "
            "...Memleket davalarının ideolojisini,   inkılâplarımız yönünden anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak   kişi ve kurumları yaratmak lâzımdır." (Söylev ve Demeçler C. I. sh.  386)
            Milliyetçilik:
            Milliyetçilik ilkesi ulusal savaşımızın  çıkış  noktasını oluşturmuş ve tüm tutsak ulusların kurtuluş  hareketlerine ışık  tutmuştur. Fransız Devriminden sonra dünyaya yayılan  özgürlük  düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi  kaderini çizme  inancının doğal bir sonucudur bu ilke. Türk halkının  ümmet olmaktan  kurtulup ulus haline gelmesi, Atatürk sayesinde  olmuştur. Atatürk`ün  ulusuna inancı sonsuzdu. Ulusu ulus yapan öğelerin  başında ise, ortak  değerler gelir. Milliyetçilik sözcüğü, bu değerleri  de içine almakta. O,  devrim ve ilkelerinin, ulusa rağmen değil, ulusla  birlikte yaşayacağını  biliyordu. Bu nedenle yeniliklerin ancak ve  ancak ulus tarafından  benimsenmesi ile sonsuza kadar yaşayacağı  inancındaydı.
            Zaten bugün, Atatürk İlkeleri arasında  yer alan  milliyetçilik, çağdaş anlamıyla; siyasetin ekonominin ve  kültürün içinde  yerini almıştır.
            "Türk milliyetçiliği, bütün çağdaş  milletlerle bir  ahenkte yürümekle beraber, Türk toplumunun özel  karakterini ve başlı  başına bağımsız kimliğini korumayı esas sayar. Bu  nedenle millî olmayan  akımların memlekete girmesini ve yayılmasını  isteriz." (Ş. Süreyya  Aydemir-Tek Adam C. III. sh. 450)
            "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz,  Türk  milliyetçi siyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu   toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma   dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." (Afet İnan-M. Kemal   Atatürk`ten Yazdıklarım sh. 88)
            "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,  Trabzonlu,  İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin  evlatları, hep  aynı cevherin damarlarıdır." (M. Kemal Kop-Atatürk  Diyarbakır`da sh. 4)
            Devletçilik:
            Anayasamızda yer alan devletçilik  ilkesi;  toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi  gereken  görevleri açıklar. Genel anlamı ile, özel girişimin yetki ve  gücü  dışında kalan ekonomik kalkınma ve örgütlenmeyi gerçekleştirme   ilkesidir.
             
            Genel olarak devletin iki ödevi vardır;
             
            a)Ülke içinde güvenliği ve adaleti sağlayarak, yurttaşların özgürlüğünü ve güvenliğini korumak.
            b)Savunma için her an hazır bulunmak ve başka çare kalmazsa ülkeyi silâhla savunmaktır.
             
            Bunlardan başka devletin, bayındırlık,  eğitim,  kültür, sağlık, tarım, ticaret ve sanayiye ilişkin ekonomik   etkinliklerde de görevleri bulunmaktadır.
            Atatürk, devletçiliği şöyle açıklar:
            "Bizim takip ettiğimiz devletçilik,  bireysel  çalışmayı ve gayreti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu  kadar az zaman  içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlaştırabilmek  için, milletin  genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde  özellikle ekonomik  sahada devleti fiilen ilgili kılmak mümkün  esaslarımızdandır."
            Devletçilikle ilgili dile getirdiği diğer ifadeler ise şöyledir:
            "Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz  devletçilik  prensibi bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden  alarak milleti  büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek amacını güden,  özel ve kişisel  ekonomik teşebbüse ve faaliyete meydan bırakmayan  sosyalizm prensibine  dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem  değildir. Özet olarak bizim  güttüğümüz "devletçilik" ferdi çalışma ve  faaliyeti esas tutmakla  beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde  milleti refaha, memleketi  bayındırlığa eriştirmek için, milletin genel  ve yüksek menfaatlerinin  gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik  alanda, devleti fiilen  ilgilendirmektir."
            ". Devletin siyasal ve düşünsel  hususlarda olduğu  gibi bazı iktisadi işlerde de düzenleyici rolü  prensip olarak kabul  edilmelidir. Buradaki güçlük; devlet ile ferdin  karşılıklı faaliyet  alanlarını ayırmaktır. Devletin faaliyet sınırını  çizmek ve dayanacağı  kuralları tespit etmek, diğer yandan da vatandaşın  ferdi teşebbüs ve  faaliyet özgürlüğünü kısıtlamak, devleti yönetmekle  yetkili kılınanların  düşünüp tayin etmesi gereken bir meseledir.  Prensip olarak devlet,  ferdin yerine geçmemelidir. Fakat, ferdin  gelişmesi için genel şartları  göz önünde bulundurmalıdır. Bir de ferdin  kişisel faaliyeti, ekonomik  gelişmenin esas kaynağı olarak kalmalıdır.  Fertlerin gelişmesine engel  olmamak, onların her bakımdan olduğu gibi  özellikle ekonomik alandaki  özgürlük ve teşebbüsleri önünde, devletin  kendi faaliyeti ile bir engel  vücuda getirmemesi, demokrasi prensibinin  önemli esasıdır. O halde  diyebiliriz ki, ferdî teşebbüs gelişmesinin  bir engel karşısında kalmaya  başladığı nokta, devlet faaliyetinin  sınırını teşkil eder. Bu bakımdan  genellikle belli zaman ve alanda  sürekli bir özel nitelik gösteren  ekonomik bir işi, devlet üzerine  alabilir."